28 Mayıs 2013 Salı

Miguel Hernandez

"...
Federico ve Rafael'in* dostlarından biri, genç şair Miguel Hernandez idi. Onu tanıdığımda, kendi ayakkabıları ve kadife köylü pantalonuyla ülkesi Orihuela'dan yeni gelmişti. Köyünde keçi çobanlığı yaptığı söyleniyordu. Çıkarmaya başladığım yeşil at** adlı dergide şiirlerini bastım. Köpükler saçan şiirlerindeki pırıldayan coşkunluk beni hayran etmişti.

Miguel öylesine köylüydü ki, sanki çevresine toprak saçılıyordu yürürken. Yüzü bir toprak parçasını, ya da tazeliğini hala koruyor, topraktan yeni çıkarılmış patates köklerini andırıyordu. Benim evimde kalıyor ve burada şiir yazıyordu. Başka ufuklar ve başka dünyaların izlerini taşıyan benim güney amerika şiirim yavaş yavaş onu etkiledi ve değiştirdi.

Bana köyündeki hayvanları ve kuşları anlatıyordu. Be edebiyatçı büyük bir tazelik ve heyecan verici bir yaşama gücü ile büyük şehre gelmişti: tıplı doğada yeni bulunmuş, hiç zedelenmemiş çok güzel bir taş gibi. Uyuyan keçilerin karnına kulak dayayarak, sütün akışını dinlemenin ne kadar etkileyici olduğunu anlatırdı. Bu gizli sesleri ancak bir keçi çobanı dinleyebilir, böylesine güzel duygulara ancak o sahip olabilirdi.

Bir kezinde, bana, bülbüllerin ne güzel öttüklerini anlattı. Onun geldiği ispanya doğası, çiçek açan portakal ağaçları ve bülbüllerle doluydu. bu kuş, gururlu bu şarkıcı benim ülkemde pek yaşamadığı için, çılgın Miguel bana onu canlandırmak istedi ve caddedeki ağaçlardan birine tırmanarak, en yüksek dalların arasında memleketindeki sevgilisi kuşlar gibi ötmeye çalıştı.

Para kazanacak işi olmadığından, ona iş aramağa başladım. İspanya'da bir şaire iş bulmak kolay değildi. Sonunda dışişleri bakanlığında yüksek bir memur, onunla ilgilendi. Miguel'in bazı şiirlerini okumuştu, hayranı idi ve ne gibi bir görev istiyorsa, söylesindi, hemen gerekli atamasını yaptıracaktı. Neşe içinde eve geldim ve haberi şaire verdim:

"Miguel Hernandez, sonunda bir işin var. Dışişleri bakanlğındaki bir memur sana görev verecek. Atamanın yapılması için hangi kısımda görev almak istediğini söyle."

Miguel düşüncelere daldı. Vaktinden önce kırışmış yüzünü sanki görünmeyen bir peçe kapladı. Aradan saatler geçti ve sonunda akşama doğru cevabını verdi. Sanki hayat yolunun en önemli çözümünü bulmuş gibi parlayan gözlerle bana geldi ve dedi ki:

"Acaba o adam bana madrid civarında bir keçi sürüsü ayarlayabilir mi?"
...
"
* Federico Garcia Lorca, Rafael Alberti
**Pablo Neruda'nın çıkardığı şiir dergisi.

22 Mayıs 2013 Çarşamba

İş Makinesi

   Ahmet uzanıp Başak'ın masanın üzerinde hareketsiz duran elini tutuyor. Kızın elleri sonbahar yaprakları gibi hışırdıyor.
   "Karanlık günler bunlar" diyor Ahmet, "çok karanlık". Parmaklarını Başak'ın ellerinde gezdiriyor. "Ellerini yine mahvetmişsin'"
   "Yaşamak için kendiliğinden bir eğilim vardır değil mi?" Kendi elleriyle de Ahmet'in elleriyle de ilgilenmiyor Başak. Gözlerini kocaman açarak soruyor; "Böyle eğilim olmalı insanda, değil mi? İşte dünden  beri bende böyle bir şeyin zerresi yok. "Kendi kendine konuşur gibi, "Belki de adet gördüğüm için bilmiyorum," diyor. Dilinde damağında kupkuru kelimeler. Ne bir şey yediği var ne içtiği. Portakal suyu ve yağlı kağıda sarılı kek masada öylece duruyor. "Sen yemezsen ben yerim," demişti Ahmet, Başak'ın başka zaman olsa bayılacağı şeyleri ısmarlarken.
   Başak zorla getirilmiş gibi oturuyor sandalyesinde.
   Ahmet, insanların arasında olmanın, sıkça buluştukları bu pastanenin, bu tanıdık seslerin, kokuların, bir bardak portakal suyunun, bardaktan taşan köpüklü turuncunun, böyle şeylerin başağa iyi geleceğini düşünüyor.
   "Her şeye rağmen " diyor, "yani er yeri saran bu karanlığa rağmen, dün akşam yapılabilecek en iyi şeyi yapmışsınız." Bunun bir anlamı olmadığını, Başak!'ı teselli edemeyeceğini biliyor, yiende söylüyor.
   Başak düzeltiyor:"Yapabildiğimiz tek şeydi." Yüzü bir an dalgalanıyor.Sonra, dolan gözlerini kırpıştırarark, "Yapabildiğimiz tek şey, salonun ortasında deli gibi dönüp duran bir iş makinesi olmaktı," diyor.
   Ellerini Ahmet'in ellerinden çekiyor, portakal suyuyla keki en uzak köşeye itiyor. Umut ile birlikte ellerinin üzerinde güya makine sesi çıkararak dolaşmalarını düşünüyor., Umut'un bakışlarındaki boşluğu...
   Abidinlerde akşam yemeğindeler. Nergis güzel yemekler yapmış, ama kimsenin iştahı yok. Yemek masasında öyle oturuyorlar.
   "İş makinesi!" diye sevinçle bağırıyor birden Can. Düz tutamadığı işaret parmağıyla televizyonu gösteriyor, bir yandan da tutunacak bir yer arıyormuş gibi geri geri gidiyor. Sırtını bir koltuğa yaslayınca, yemek masasındakilere doğru dönüp, "İş makinesi!" diye bağırıyor yine, büyülenmiş bir ifadeyle. İşaret parmağı havada.
   Abidin kalkıp televizyonu kapatıyor."Bitti!" diyor, kızgın değil, iç değil, yalnızca yorgun, umutsuz. "Haber proğramıymış, bitti"
   "Haber proğramı değilmiş diye karşılık veriyor Can. "Haber proğramı değilmiş" Abidin'in, Nergis'in sakinleştirici tavırlarına, sevecen konuşmalrına kanmıyor.
   "Haber proğramı değilmiş!" diye bağırarak ağlamaya başlıyor. "İş makinesi! İşmakinesine bakacağım ben."
   Umut masadan kalkıyor. Ağlamaktan kıpkırmızı kesilmiş Can'ın önüne geliyor, avuçlarını yere koyuyur, "işte sana iş makinesi'" diyor, Abidin'ê ayaklarını tutup havaya kaldırması için başıyla işaret ediyor. Abidin Umutu'un ayaklarından tutuyor, birlikte salonda dolaşmaya başlıyor. Tuhaf sesler çıkaıyorlar.
   Annesi Başak'a dönüp, "Haydi bakalım!" diyor. Başak avuçlarını yere koyuyor, annesi ayaklarını tutup havaya kaldırıyor. Onlar da diğer ikisiyle birlikte dönmeye başlıyor.
   Yapabildikleri tek şey o anda bu çünkü.
   Can, dikenli tellerin ardındaki bir binanın dub-varına darbeler vuran iş makinesini, yıkılan duvarı, ateşlenen silahları, yükselen dumanları, omuzlarına asılı makineli tüfeklariyle jandarmalrı, ambulansları, elleri yüzleri yanmış tutuklularu, hükümlüleri görmesin diye, ülkenin yok olmaya yüz tutmuş vicdanı hiç olmazsa bir evin kuytusunda yaşasın diye, yapabildikleri tek şey...

Barış Bıçakçı- Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra

'At'lar

"Buraya gelirken
      uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim"  

                                                             Muratan Mungan

"Yaradalış Kitabı'nı yazan insandı elbette, at değildi."
                                                             Milan Kundera


"O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler."
                                                             Yaşar Kemal
                                                           

19 Mayıs 2013 Pazar

Hastası olunan sözler- 3

                                             Milan Kundera-Varolmanın dayanılmaz hafifliği

17 Mayıs 2013 Cuma

Defne Sandalcı "Ah"

benim öyle hakiki annem hakiki babam yok... ne de dağlarım, ırmaklarım, tarihim. bir ev var, önünde deniz, ve bende nedense oradayım. (Kafka'nın köksüzlüğü)

******

Böyle eksik aksak şeylerin bitimin de acı pusu kurar kalbe, dişlerini geçirir ve ölüm dediğinde delikler bırakıyor haytta- unutarak senin de sonsuz bir kayboluşta olduğunu, konuşup durursun içlerine doğru.

******

Her şey boş diyor bir Ermeni şarkısı. Herşeyin içinin dolu olduğu bir zaman varmış. Ah. Hem benim aklım, bilincim öyle depolanmış beynimde durmuyor, onları orda  düzenlemek, bir sisteme sokma sonra da size sunmak kim ben kim!

Defne Sandalcı - Ah!






Cemal Süreya- Balzamin


Sen el kadar bir kadinsindir
Sabahlara kadar beyaz ve kirpikli
Bazı agaclara kapi komsu
Bazi ciceklerin andirdigi
İş bu kadarla bitse iyi
Bir insan edinmissindir kendine
Bir sarki edinmissindir,bir umut
Güzelsindirde oldukca, cocuksundur da
Saclarinla beraber penceredeyken
Besbelli arandigindan haberli
Gemiler eskirken, deniz eskirken limanda
Sevgili...


Jurnal